GÖKSU’NUN SON SARAYLISI MELİKE HANIM…

22-06-2007 7792 2 yorum. Yorum Ekle

ÜLKÜ ERAKALIN SÖYLEŞİLERİ GÖKSU’NUN SON SARAYLISI MELİKE HANIM… “ BİZ DAĞLARI YIKACAK BİR SEVGİNİN SON DOSTLARIYIZ…”

Bana söylediği son cümlesi bu oldu… Bu söyleşiden bir zaman sonra da, gökyüzündeki yıldızların arasına yolcu ettik Melike Denktaş’ı… Yaşı 75’di ve Göksu’nun son saraylısıydı… Doktor Şerafettin Paşa’nın torunuydu…



Eşyalarının her biri Osmanlı döneminin son anılarını taşıyordu… Som altın yaldızı aynalar, ipek kumaşlarla kaplanmış antika dev koltuklar ve bu koltuklarda oturmak en çok onun hakkıymış gibi taşınan, gizemli bir gurur…

Günümüz insanları arasında yaşayan bir tarih gibiydi… Göksu deresini çevreleyen asırlık dev ağaçlar gibi, dik ve mağrurdu… Bu mağrur diklikte ve bakışlarında; ancak çok derinden bakmasını becerebilen insanların hissedebileceği, bir hüzün vardı…
“- Seksene yakın yıl yaşamışsınız, ne kadar güzel…” diye başladım sözüme… Ve devam ettim sonra, onun dünyasına girebilmenin sihrini arayarak:
“- Bu seksen yılda neler yaşadınız ve şu an ne hissediyorsunuz ?..” dedim…
“- Hüzün ve pişmanlık” dedi… Ve sonra devam etti, bir daha susmamacasına…
“- Keşke hiç doğmasaydım ve keşke yaşadıklarımı yaşamasaydım…”

SORULAR VE CEVAPLAR…


Bu cevaptan sonra karşılıklı hiç susmadık… O söyledi ben sordum, ben sordum o cevapladı…
“- Pişmanlık ve hüzünden söz ediyorsunuz ama, saydıklarınızın tek bir izi yok yüzünüzde…”
“- Sildim… Mümkün olduğunca tüm acıları kalbime gömdüm… Geçmişten sadece bir yalnızlık var bakışlarımda… İnsan bazen yedi yaşında da yalnızdır, yetmişinde de… “
“- Çocukluğunuzu yaşasak “ DOĞUŞ” Gazetesi okurlarıyla…Onlarla bölüşsek, mümkün mü ?...”

Şöyle bir çevresine bakındı, eşyalarını gözleriyle tek tek tarayarak:
“- Ben bu evde doğdum “ dedi… “- Ve bu evde büyüdüm… Sonra altı aylıkken çıkmışız bu evden… Asabi bir dedem vardı, diktatör… Babam da bir o kadar gururlu… İç güveysi gelmiş bu konağa, altı ayın sonunda da kiraya çıkmışız zaten…”
“- Neden ?...”
“- Babam, dedemle birlikte oturmamızı istememiş… Yıllarımız başka bir evde geçti… İlk eğitimimi 34. ilkokulda tamamladım… Şimdi ki “Öğretmenler Evi” o yıllarda 34. ilkokuldu… Sonra Kandilli Kız Lisesi’ne devam ettim… On yaşımda da piyano çalmaya başladım... “
“- Peki, sonraki eğitiminiz ?...”
“- Ondan sonrası yok… Dünya erkek kıtlığına girmiş gibi evlendik…”
“- Severek mi ?...”
“- Hem de nasıl… 1956 yılında… Dedim ya ben eşimi koca kıtlığı gelecek gibi sevdim, ama kocam beni hiç sevmedi…”
“- Bu karara nasıl vardınız ?...”
“- İnsan, eşinin davranışından sevilip sevilmediğini anlamaz mı ?... On sene evli kaldık, dört çocuğum dünyaya geldi… Ve sonra ayrıldık… Çocuklarımdan hiç kopmadım… Onları hep sevdim, onlar da beni sevdiler…”

TEKRAR KÖŞKE DÖNÜŞ



Bir rüya mekanda; geçmiş yıllarda yaşanmış rüyalardan arda kalan, bir rüya anlatılıyordu sanki… Göksu’nun son saraylısı Melike Hanımefendi, latife dolu bir anlatımla devam etti:
“- Eşimden ayrıldıktan sonra tekrar baba evine döndüm çocuklarımla…Ve tam kırk yıldır bu köşkte yaşıyorum… Doktor Şerafettin Paşa’nın köşkünde… Şerafettin Paşa, anne annemin babası… “

Melike hanımın yüzündeki tebessüm, yavaş yavaş kahkahaya varıyordu…
“- Ve büyükbaba kafadan çatlak” dedi … “- Bir baş var, içinde beyin yok…”
Ve de birden; geçmiş yıllardan günümüze döndü son saraylı… Gelin de gülmeyin:
“- Bende geçenlerde bir tomografi çektirdim… Ailem çatlak olduğu için:
“- Doktor bey” dedim “- Allah aşkına iyi bakın, benim beynim var mı ?...”
“- Var” dedi… Çok sevindim tabi, en azından aileme çekmemiştim…”
“- Dedenizin beyni konusundaki karara nasıl vardınız ?...”
“- Nasıl varmam ?... Sahilde bir yalımız vardı yıllar evvel… Gelin görün; dedem bu yalıyı hizmetçisine bağışlıyor: “ Deniz üzeri rutubet, çocuklar hasta olur ” diye… Yani sizin anlayacağınız; Paşa babam yalıyı hizmetçimize bağışlayıp, bize bu köşkü yaptırıyor…”
“- Ve siz 1931 yılında burada doğuyor, 1956’da evleniyorsunuz ve de daha sonra boşanıp, çocuklarınızla tekrar bu konağa dönüyorsunuz…”
“- Aynen not aldığınız gibi… Sonraki yıllarımız da kayıplar ve acılarla geçiyor… Ve de 1978’den sonra kız kardeşim ( Ki, bütün Beykozluların tanıdığı ) ŞULE baş başa kalıyoruz…

ÖNEMLİ BİR KADINDI…



Ben, Şule hanımı da yıllar evvel tanımıştım… Ama ne yazık ki acı bir hastalık, iki kız kardeşi ayırmıştı bir birinden… O da aynen Melike Hanım örneği son saraylılardandı: ama uzun zaman Emniyet Müdürlüğü yaptığı için, dedesi örneği, daha otoriter ve sanki biraz daha sertti… İç Mimar olarak Akademiden mezun olmuştu, ama nedense bu mesleği seçmişti…

Nedenini sordum… Bakın, kız kardeşini nasıl anlattı Melike Hanım:
“- O da ayrı bir kaçıktı” dedi ve gülümseyerek devam etti;
“- Akademi bitirdi; ama paraca rahat olmadığımız için, ona bir iç mimar bürosu açamadık… Babamızın Ekrem Özden adında Avukat bir arkadaşı vardı… Aracı oldu ve Şule, Emniyet Müdürlüğünde Plan Hareket Başkanı olarak göreve başladı … Rahmetli dedem gibi o da; bizim sülalenin delilerinden biriydi, Allah rahmet eylesin…“
“- Biraz da eski Göksu’yu konuşalım… Elli yıl evvelki Göksu’nun güzelliklerini…”
“- Rüya görür gibi olacak ama, konuşalım” dedi… “-İlkbahar gelince şu Baruthane Çayırı insan boyu ot olurdu… Çayıra girmek ve hayvan otlatmak yasaktı o yıllar… Çünkü çayırlar biçilince çevre misler gibi kokardı… Yoncalar büyürdü koca koca… Sandallarla gezenler, bu yoncaların içlerine kadar girerlerdi… O zaman buralardan kanalizasyon da akmazdı… İnsanlar temiz temiz yüzerlerdi… Kurbağalar…( bir an sustu ve devam etti ) Kurbağa seslerini nasıl özledim bilemezsiniz…”

Gözlerindeki bakışlarını o yıllara akıttı, son saraylı… Özlem dolu sesiyle devam etti: “- Karşı sahillerde; yemyeşil biberler, kırmızı domatesler vardı… Mis gibi kokarlardı… O kokular da bir rüya artık…”
“- Var var da, başka kokular var” dedim…
“- Maalesef” dedi…”- Sonra; dönme dolaplar, salıncaklar, sapsarı mısırların kaynadığı kazanlar… O zamanın erkek modası, çayırda giyilen yollu pijamalardı… Öyle mutlu olurlardı, çayırlardaki erkekler…”

“- Bir de ( AYAZMA ) günleri vardı, o yıllar…”
“- Avrupalı ile bizim aramızda moda olarak çok fark var… Laternalar çalardı ayazma günlerinde… İnsanlar içerler içerlerdi ama, hiç kimseyi rahatsız etmezlerdi… Ayazma günlerine bizlerde katılırdık… Ben her sene Papaza okuturdum kendimi; mumlar diker, paralar atardık kumbaralara… Çok şükür Müslüman’ım ama, tüm dinlerin Allah’ı bir… Ama inanın bana; vallahi billahi, Papaz okuduğu zaman bütün ağrılarım geçerdi…”
“- Anılar var mı peki, o yıllardan ?...”
“- Var mı ?… Bilmem… Yok galiba, unutmak istemişim unutmuşum…”
“- Yine de vardır kıyıda köşede bir şeyler…”
“- Latife yapıyorum size… Olmaz olur mu, var elbette… Mesela Küçüksu Kasrı… Orada çok güzel resimler var, sanat yaşıyor o kasırda… Halka neden açmıyorlar, hala anlayamam… Hele o tarihi çeşme… Şakir Gazinosu vardı orada… Kırlık alanda da Asaf’ın Gazinosu… Müzik çalardı, herkes dans ederdi… Bebek’ten Küçüksu iskelesine araba vapuru çalışırdı… Arabası olanlar, bu araba vapurlarıyla Göksu’ya geçerlerdi…”
“- Plaj da vardı…”
“- Çok harikaydı o plaj… Orkestra… Caz… Balolar… Sonra; Öğretmenler Evinden Kandilli köprüsüne yürüyüşler yapardık… Gençlerde arkamızdan koruyucu gibi gelirlerdi... Kikirdeşmeler, küçük flörtler…”
“- Peki, 2000’li yıllardaki Göksu ?...”
“- Artık GÖKSU diye bir şey yok… Göksu yok… Çocukluğumdan beri hep ( temizlenecek ) derler, hala temizlenecek… Ben temizlendim; öteki tarafa gitmeme bir adım kaldı, Göksu hala temizlenecek…”
“- Dilekleriniz var mı ?...”
“- Olmaz mı ?... Bir tek dileğim var… Büyükler temizlesinler artık, lütfen temizlesinler Göksu’yu… Gerekirse biz de katılalım aralarına; biz de amele gibi çalışalım, razıyım…”

GÖKSU TEMİZLENSİN…

Evet, son sözleriydi bunlar Melike Hanımın… Hatta son sohbeti…
İnşallah bu sohbetimi okuyanlar, örnek alırlar Melike Hanımı… Onun dileklerini bizler gerçekleştiririz inşallah…

Zaten görüyorsunuz; son günlerde işimiz inşallahlar’ a, maşallahlara kaldı…
Ne diyelim ?... Dualarımız aynen böyle…

İnşallah…






22-06-2007 7792 2 yorum. Yorum Ekle

Yorumlar

hasan aslandağ 04-07-2007

Göksu

Bizde Göksu'yu çocukluğumuzdaki siyah beyaz filmlerden tanıdık , o sandallarla aşıkların gezdiği , güneşten korunmak için ünlü fırfırlı şemsiyelrin açıldığı aşıklara mendillerin atıldığı o günleri siyah beyaz filmlerde yaşadık , maalesef bu kadar.Rahmetli Melike teyzemiz Göksu'yu dolu dolu yaşamış ve ne şanslı ki tertemiz Göksu'yu görmüş , tabi son günlerinde de özlediği o Göksu'yu göremeden hakkın rahmetine kavuşmuş allah rahmet eylesin !. Ben şimdi Haliç'i temizleyen Büyükşehir Belediyemizin neden Göksu'yu temizlemediğini merak ettim doğrusu çevreciliğin bu kadar dikkatle önemsendiği mevcut Belediyecilik anlayışında öncü olan Büyükşehir Belediyemizin iktidarlarında bu nasıl oldu anlam veremedim .1971 yılından beri Beykoz'a gider gelirim yarı Beykoz'lu sayılırım tabi Beykoz'un yerlileri müsaade ederlerse yakın bir gelecekte de Beykoz'da kalan ömrünü tamamlamayı planlıyorum .En son 01.07.2007 Pazar günü eskiyi anmak adına Yeniköy'den motorla geçip o eski günlerdeki hissettiklerimi yaşamak istedim Beykoz'da iskeleden sola Yalıköy'e doğru yöneldim .Tekne çekeklerini gördüm daha iyisi yapılamazmı? diye düşündüm . Yanlış anlamayın çok teknolojik olmasını kasdetmiyorum yani daha bakımlı bir tekne çekeği olması ve her halinden kendi haline terk edildiği hissi vermeyen olabildiğince temiz ve bakımlı , çok gösterişli olmasa bile ...pekala yapılabilir ama tekne sahiplerinin de bilinçli bir şekilde evi gibi olan o çekekleri koruması gerekir diye düşündüm.Teknesini bağlayan ipin yosunlarını eliyle sıyırıp tekrar denize atan sandalcı gördüm, üzüldüm.Teknesinin yanında deniz üstündeki çöplere duyarsız kalan Beykoz'luları gördüm."Nerde senin kepçen o pislikleri alıp denize de bir iyilik yapsan olmaz mı?" dedim kendi kendime...Binaları gördüm eski binaları onlarda modernleştirilmek adına hani meşrutiyet devrinin Avrupa'lılaşmaya çalışan Osmanlı'sı gibi altı kaval üstü şişhane misali . O evler olduğu gibi hiç bir ekonomik kaygı gütmeden restore edilmeli yani yol hizasındaki katı dükkan yapılmamalı , her şeyi elimizin altında istemeyelim öyle olsa her ev işyeri olur gider, bu mu doğrusu ? . Ev ise ev olarak kalmalı başka amaç için tasarlanmamalı , gördümki Beykoz'lu da İstanbul'lu mantığında olmuş . Belediyeye sitem ettim o güzel evler onarılmayı bekliyor da kimsenin haberi yok nedir bu görmezlik acaba ?Ey Beykoz'lu Başkanım elinde öyle bir hazine var ki ve allah sana öyle güzel bir ilçeyi nasip etmişki kıymetini bil , zorla imkanlarını , onar veya ilçenin ileri gelenlerini topla ve onarttır o tarihi evleri...herbiri birer birer yıkılyor Melike hanım teyze gibi.Daha sonra resimlerden bakacaksın sende bizim gibi ve diyeceksinki belki "neden yapmadım/yapamadım" .Onçeşmelere meydana granitler hiç iyi olmamış mesela tarih kokan bir ilçeyi modernleştirmek niye? hadi granitlerden bir çevre düzenlemsi yapıldı da hiçmi ağaçlandırma olmaz o koca meydanda,iki yıldır hep yadırgarım . Beykoz'a o kadar trafikte ağır geliyor korkarım ki Beykoz'lular yeni yollar isteyecekler de o tarih kokan evler heba edilecek yeni yollar yapılması adına , allah korusun.Deniz ulaşımı artılarak çözülsün trafik sorunu , veya Beykoz sırtlarından geçen yeni yollarla çözülsün ama Beykoz Beykoz gibi kalsın kılına bile dokunulmadan...Hasan Aslandağ

Selmin 27-08-2008

Ananemiz

Ne kadar güzel söylemiş çok akıllı,tatlı dilli, matrak,sevgi dolu bi ananeydi nurler içinde yatsın...

Toplam 2 yorum bulundu. 1-2 arası listeniyor.
Ozan Derviş

BEYKOZLU OLMA ZAMANI

27-03-2024 Yorum yok. 502
Neyir Erkan Şişman

Oylar Sandığa

27-03-2024 Yorum yok. 475
Tekin Toklucu "Ters Köşe"

TÜRK FUTBOLUNDA BİTMEYEN KAOS….

27-03-2024 Yorum yok. 482
Feride Gündüz "Hoş Kalem"

HEY ON BEŞLİ ON BEŞLİ

27-03-2024 Yorum yok. 405
Erdal Uzuner

SEÇİME GİDERKEN

27-03-2024 Yorum yok. 444
Yaprak Akın

KONUT ALMALI MI !

27-03-2024 Yorum yok. 394
Cüneyt Pulant

Alaattin Köseler Gerçeği

27-03-2024 Yorum yok. 491
Hacı Arıcı

BEREKET İKLİMİ

27-02-2024 Yorum yok. 458
Asiye Çakır

ZAMAN VE HAYAT

27-01-2024 Yorum yok. 1073
Tuncay Ünde

SEVGİLİYE MEKTUP

26-12-2023 Yorum yok. 926
Adem Öztürk "Beykoz Sevdalısı"

Ortadoğu Müslüman mı?

25-11-2023 Yorum yok. 787