Gazetemizin Kurucusu ve Genel Koordinatörü Ozan Derviş’in yakın arkadaşı ve dünürü merhum Ayhan Şişman’ın ölümünün 1. Yılı münasebetiyle, oğlu Kaptan Abdullah Şişman’ın bilgilendirme ve anma yazısını orijinal haliyle okuyucularımız ile paylaşırken merhuma bir kez daha Yüce Allahtan Rahmet diliyoruz.
Babam...
Ayhan Şişman;
Babamız, arkadaşımız, dostumuz, herkesin
renkli ceketleriyle fanatik Fenerbahçeliliğiyle tanıdığı; hatta tanısın;
tanımasın, karşılaştığı herkesin yüzünde tebessüme sebep olan babam Ayhan
ŞİŞMAN’ın vefatının 1. Yılı...
Vefatı sonrası hastalığı ile ilgili
kulaktan dolma söylentilerin önüne geçmek ve onu bir kez daha sizinle beraber
anmak adına bu yazıyı kaleme almak istedim. Babamız, milyonda bir
görülen, Türkçe adı dahi olmayan bir hastalığa yakalanması sebebiyle vefat
etti. İsmi “Psoudomiksoma Peritonei” Ne yediği, ne içtiği ne de sigara sebep
oldu bu hastalığa.
Yakalandığı hastalığın literatür sebebi
apendiks kaynaklı görünse de asıl sebebi babamızın sevgi dolu ve iyi kalpli bir
insan olması. Çünkü en çok onlar üzülür, kırılır, hayatın yükünü çekmezler mi?.
Öyle ki hayatı boyunca hep iyi niyeti kullanıldı babamın. Özellikle hastalığa
yakalanmasının bir kaç sene öncesinden babamı üzen yakın akrabalarımız,
arkadaşları, hepsine kızdım, çok kızdım. Babama olan saygımdan sustum,
sustuk. Biz babamı üzmüyorken onların ne haddineydi hep böyle düşündüm.
Babam hep kinciliği bırakın derdi. Vefatından bir kaç gün önce hayatı boyunca
en çok darbe aldığı kişiyi bile görmek istediğini söyledi. Hastalığı süresince
bazılarının hatalarından dönmelerini bekledi.
İnsanlara babamızın öleceğini söylemedik
ama aylarca hastane de yatan birinin ciddi bir durumu olduğunu
düşünebilirlerdi. En azından bazı şeylere ara verip, daha sonra
istedikleri gibi tekrar hayatlarına devam edebilirlerdi. İnsanlar genelde
evlatlarından çeker ama sağ olsunlar, bize fırsat vermediler. Vefatından önceki
bir kaç sene boyunca yaşadığı bu üzüntü ve stres öncelikle karın içerisinde
tümör oluşmasına sebep oldu. Sonrasında organları dışarıdan sardı ve
ilerleyerek üzerlerine baskı yapmaya başladı. Vücut, hastalığın
ilerlemesiyle önlem olarak karın içinde su toplamaya başladı, artan baskı sebebiyle
babamızın iştahı azaltmıştı ve hastalık ilk belirtisini çok geç
göstermişti.
Hastalığın adı Türkçe olmayınca, ölüm
Allah’tan olunca, doktorların kalbinde bir gram insan sevgisi, akıllarında ise
karşılarındaki hasta harici her şey olması sebebiyle (istisnalar hariç)
babamızın hastalığının adının konması, her gün hastanelerde doktorların
kapısını aşındırmamıza rağmen, bu şartlarda 3 ay sürdü. Yanlış ya da gereksiz
tedavi yöntemlerine başvuruldu. Bir mide endoskopi sonucu 3 hafta beklendi.
Karnında 20 cm aleni tümör gözüken babama, gastrit teşhisi konuldu. Gastrit
hastalarına verilen ikili antibiyotik ilaç verildi. Hastanede yatarken doktor
sabah vizitesine gelmiş, babam iyileşmeden çıkmak istemediğini tamamen moral
toplayıp, var gücüyle hastalıkla olan savaşına devam etmek istediğini
söylediğinde doktor gaddarca “e ölene kadar burada mı kalacaksın?” demişti.
Babamın yattığı servisin adı Onkolojiydi ve doktorun insafsızlığı bizi şok
etmişti. Hızlı bir hamleyle lafı değiştirip babamın dikkatini dağıttım.
Bir çok hastane ve doktor gezmemize rağmen
finalde seksenine merdiven dayamış onkoloji hocası, hepimizin annesi babası
ölüyor diyerek, hiç bir şeyin fayda etmeyeceğini söylemiş yazdığı kemoterapinin
işe yaramayacağını bile bile bize kemoterapi vermiştir. Elimiz mahkum aldık,
Babama faydası yok ama ilaç sektörüne vardı elbette.
Silahşörlerden en büyüğü babamızın ayağı,
ciddi bir taşa takılmıştı. Bu seksenindeki doktor babamıza üç ay ömür
biçti. Yapacak bir şey yok diyerek. Her zaman söylenen meşhur tek doktorun
sözüne inanma sözü ile beraber teşhis ile başka doktorlara da danıştık fakat
seksenindeki doktorun üniversite de hocaları olduğunu öyle diyorsa doğru olduğu
konusunda bilgi verdiler. Biz hala yapacak bir şeyler olduğuna, babam için
yapabileceklerimizin bitmediğine inanıyorduk, daha doğrusu inanmak istiyorduk.
Hastalığın belirtisinden sonra 3 koca ay geçmiş babam kilo kaybetmiş, damardan
aldığı serum ve mama ile ayakta durmaya çalışıyordu. Bir yudum su dahi içmek
onun için büyük işkenceydi.
Babamla mevzusu açıldığında hep küçük
oğluma kızı sen istersin, kızım için geldiklerinde ise beraber, sonra gelin
deme, planlarımız vardı. Babam ellerinden tutup okula gidecekti
onlarla.
Dostumuz için bir şeyler yapmalıydık, önce
duamızı kuşandık, sonra araştırma sonucu babamın hastalığının kitabını yazmış
hastalığı gibi nadir görülen dünyalar iyisi doktorumuzu bulduk, babamızla
tanıştırdık, ameliyat günü aldık. Ameliyat günü büyük umutlarla hastaneye
yattık. Uzun bir ameliyatın ardından babamızın karnında 4,5 kg tümör ve
1,5 litre su alındı. Ameliyat sonunda damardan alınan kemoterapi yerine, sıcak
kemoterapi diye adlandırılan santrifüj makinesiyle karnına kemoterapi ilaçları
direk verilerek ameliyat sonlandırıldı. 2 gün yoğun bakımda kaldıktan
sonra 10 günde oda da kalarak hastaneden taburcu olduk.
Ameliyat sonrası karnında maalesef ana
damar üzerinde karaciğer ve mide arasında kritik bir noktadaki bir kısım tümör
alınamadı. Riske etmemek adına doktorumuzla ilaçla küçültülerek alınabilir diye
hem fikir olduk. Tabi bu durum annem kardeşlerim ve benim aramızdaydı. Kimseye
söylemedik. Karın içerisinde kalan tümöre rağmen kötü senaryo da 2 senesi vardı
babamın. Tabi ki biz işi şansa bırakmayıp kalan tümörün küçülmesine
müteakip tekrar ameliyata sokacaktık babamızı. Hastalığının başından
taburcu olana kadar babamıza gerçeği hiç söylemedik. Karnındaki tümörden
bahsederken bile bu kelimeyi kullanmadık.
Ameliyat sonrası eve döndüğümüz günü hiç
unutmuyorum. Çok uzun zamandır dilimize dolanan iyileşince şöyle oturup
karşılıklı çay içelim planımız hastaneden taburcu olacağımız gün yapıldı. Su
bile içemezken 1 bardak çay içti babam. İnanılmaz bir mutluluk, onca hengâmeden
sonra inanılmaz bir şeydi bizim için. Mutluyduk. Ameliyatına kadar 25 kilo
veren babam şimdi yavaş yavaş tekrar kilo almaya başlamış neredeyse herkes gibi
gündelik hayatına dönmüştü. Yemek yiyebiliyor serum takviyesi olmadan günlerini
geçiriyordu.
Gemiden indikten 4 ay sonra artık tekrar gemiye dönmeli babamla vedalaşmalıydım. Eşimden ve çocuklardan ayrılmak zorken her defasında dostumdan ayrılmakta beni çok üzüyordu. Gitmeye mecbur olmasam kesinlikle gitmezdim fakat sosyal devlet anlayışından uzak bir memlekette yaşadığımızdan parası olmayanlar daha çabuk ölüyordu bu memlekette. 15 Temmuz akşamı Ambarlı limanından gemiye katıldım. Akşam köprüden geçtik kardeşimle, hiç bir olağan dışı durum yok. Atatürk havalimanı sapağına geldiğimizde bir kaç tane jandarma aracı gördük ama bu da bize olağan geldi. Limana vardım vedalaştık. Gemiye geldiğimde darbe girişimi olduğu söylendi. Zaten gerisini biliyorsunuz. Kardeşimin eve varması 7 saat sürdü. Zaten girişim de, o kadar da bitti. Gurbet ve özlem kelimelerinin anlamları sadece yaşayanların bileceği bir duygu. Denizcilik, yaşadığımız hayatın su gibi akıp gitmesi gibi...
Öte yandan Aklım babamdaydı... Mümkün
olduğunca eşim çocuklarımdan daha çok babamı takip ediyordum, yemeğini yedi mi,
nasıl? Problem var mı? Aklımda hep karnındaki tümördeydi. Babamın ameliyatından
sonra ben gemiye katılmadan önce yedek subay kardeşim Kıbrıs’tan İstanbul’a
babamızın durumu sebebiyle tayin istemişti, hastane raporları gönderilmiş
haliyle çok koşturulmuştu. Tayinine kesin gözüyle bakılıyordu kardeşimin. Fakat
15 Temmuz girişimi sebebiyle tayin dairesinde bulunan tüm evraklar
yakıldığından kardeşimin evrak ve tayin işi de tabi ki iptal oldu.
Sonra OHAL, Bu sebeple babamız bu
süreçte biraz yalnız kaldı. Kardeşimin tezkeresi kasım ayındaydı. Bende gemiden
kasım sonu ayrılacaktım, seferin uzamasıyla 10 Aralık günü ayrılabildim.
Babamın karnı içerisinde kalan tümör sebebiyle ağustos ayının sonlarında
damardan kemoterapi alarak, hem tümörün büyümesinin önüne geçilir hem de
küçültülebilir umuduyla başladık. Babamın tabi ki tümörden haberi olmadığından
kan içerisinde gözle görülmeyen kötü hücrelerin gitmesi için diye bir yalan
uydurduk. Hastalığının ilk başından vefatından bir gün öncesi akşama
kadar babamıza hastalığının gerçekleri ile ilgili birçok yalan söyledim. Hatta
en yakın akrabalarımıza büyüklerimize bile. Bence doğrusu buydu, babamın
ihtiyacı, başında ona acır gözlerle bakan insanlar değildi. Moral her
hastalıkta olduğu gibi ihtiyaçtı. Hatta şöyle bir örnek vereyim, ameliyat
öncesi su dahi içemeyen babam, ameliyat olacağı hastanede bir gün önce öğle
yemeği geldiğinde şaşırtıcı şekilde az da olsa yemek yemişti. Moral!!
Kasım ayında kardeşimi aldıktan sonra
babamın son aldığı kemoterapi onu çok sarstı. Kemoterapi faydadan çok zarar
veriyor izlenimine geçti. Yemek yemesi tekrar azaldı. Tabi asıl olan
kemoterapinin fayda etmemesi ve tümörün büyüme haline dönmesiydi. Babam yine
sosyal hayatından uzaklaşmaya vaktini evde geçirmeye başlamıştı.
Kaçınılmaz sona doğru yaklaşıyorduk. Aralık
ayının son günlerinde Son görüşmemizde doktorumuz ister istemez kalan süreyi
paylaştı bizimle. Tüm çabalarımız boşuna mıydı? Kesinlikle değildi.
Taburcu olduğu gün beraber çay içtik ya her şeye bedeldi...
Vefatından sonra nerdeyse bu zamana kadar
hastalık süresince yaşadıklarımızı düşündüm durdum. Üzüldüm,
kahroldum. Bazı şeylere gücümüz yetmiyor. Bir gün buluşacağımızın
bilincinde olunca insan biraz daha hafifliyor. Babamızı toprağa bıraktıktan
sonra ayaklarım yere sağlam basmıyor, omuzlarım düşük, içimde kalıcı hiç
geçmeyen bir yara var. Her gün kardeşlerim annem ve eşimle babamızı anıyoruz.
Şimdi o da olsa demekten kendimizi alamıyoruz...
Hepimiz eksiğiz...
Küçükken yatağımın başına gelip seninle hep
arkadaş olalım dediğini hiç unutmam. Bu hayatta babamdan daha iyi arkadaşım, dostum
olmadı. Beraber geçirdiğimiz her zaman hep keyif aldık babamızla…Hiç gözümüz
dışarda olmadı. Hep birbirimize yettik.
Çok özlüyorum...
Muhabbetlerimizi, oyunlarımızı,
şakalaşmalarımızı, mesela babam durup dururken, telefonla arar bir fıkra
öğrenmiş anlatır gülüşür sonra kapardık teli. Mesafeleri bile aşmıştık.
Kalplerimiz birdi. Hem ailesini hem de insanları mutlu etmeyi çok severdi. Karşındakinden
daha mutlu olurdu. Hiç zorlama hareketleri yoktu. Kısa da olsa babamızla
geçirdiğimiz belki çoğu kimsenin hiç tadamadığı güzel duyguları yaşattı bize
babam. Bir meselemiz olduğunda bizimle hep büyük adammışız gibi konuşur, saygı
gösterirdi. En ufak sıkıntımızda hep yanımızda ilk o vardı.
Onun kadar iyi kalpli biri olabilir miyim
bilmiyorum. Babam zaten böyleydi. Çabalamasına gerek yoktu bunun için. Sahip
olduğumuz her şey o ve annem sayesindedir. Nurlar içinde yat baba, Allah’ın
rahmeti üzerine olsun, emanetin bizde...
Sizinle son olarak babamızın yaklaşık 7
sene önce bizim için hatıra defterine yazmış olduğu yazıdan 2 paragraf
paylaşmak istiyorum.
19.12.2010
Evlatlarım
...
Bu yazım, satırlarım bir insanın son
satırları gibi algılanabilir. Üzülmeyin, her canlı gibi doğduk, büyüdük
bizlerde herkes gibi bu dünyadan göçüp gideceğiz, Bizlerden önce ne
büyüklerimiz vardı neredeler? Hepsi göçüp gittiler, hepsinin mekanları cennet
olsun.
...
Birbirinizden kopmayın, dosta düşmana karşı
kendinizi küçük düşürmeyin, büyüklerinize saygıyı küçüklerinize sevgiyi bugün
olduğu gibi yarınlarda da devam ettirin, mücadeleniz gücünüz yettiği kadar
olsun, hayallerinizin peşinden koşun ama bu hayaller ve arzular boş olmasın.
Eminim her zaman bilgi ve birikimlerinizi üst üste koyarak
büyüyeceksiniz."
...
Babanız Ayhan ŞİŞMAN
....
Bu vesileyle tekrar haklarınızı helal edin
lütfen. Hastalığının başından sonuna kadar yanında olan herkese
teşekkürlerimi sunarım.
Hadi şimdi şanslı olanlar gidip babalarına
veya annelerine daha şanslı olanlar her ikisine birden sarılıp, öpüp;
dizlerinin dibine yatsınlar.
Kaptan Abdullah ŞİŞMAN
Beykoz,Ayhan Şişman
Harmantepenin rengi, babası, ağabeyi güzel insaN; SENİ SEVİYORUZ.
Sevgili Abdullah yazdığın her satırı defalarca gözyaşlarıyla okudum. Aynı anları yeniden yeniden yaşadım. Sizlerle kan bağım yok ama inanın Şişmanlardan çok sevdim Ayhan abimi. Gülen yüzünü ne zaman nerde istersen uzattığı yardım elini. Beyefendiliğini, renkli kişiliğini vs vs vs sayacak çok şey var. En büyük tesellim uzakta olmam ve abimi hala orada kapının önünü düzenlerken, pencereden beni çay içmeye çağırırken hayal etmem. Eminim teras katı aynen bıraktığı şekildedir. Ve eminim ki sizler güzel kardeşlerim onun izinden devam edeceksiniz. Benim canım bu kadar yanıyorsa sizleri düşünemiyorum. En büyük tesellimiz gerçekten ama gerçekten Ayhan abimi seviyor olmamız. Dualarımdan eksik etmemem. Nurlar içinde yat güzel insan.
Dayım benim sen iyiki vardın biz seni tanıdık
Allahım senin evlatlarına eşine sağlıklı uzun ömürler versin seninde mekanın cennet olsun insallah bizler seni hep çok sevdik çünkü sen bizim için mükemmel bir insandin hep gözlerim seni arıyor dayım hep hastaneye indiğimde şimdi karşıma çıkacaksın diye bekliyorum ama biliyorum sen hep bizlerle birliktesin güce gönüllü kişiler hiç ölmez hep yaşar çünkü sen güce gönüllü kişilerdendin sen rahat uyu dayım mekanın cennet olsun
MEKÂNI CENNET OLSUN..
Askerlik vazifem sırasında sadece bir kez birlikte oturma fırsatı buldum. Çok kaliteli, çok sevecen, çok samimi bir insandı.. Geride mükemmel evlatlar bıraktı bizlere.. Ve bir tanesi var ki can kardeşim. Mekanı cennet olsun inşallah..