İlk dünyaya gelmekle başlar insanın diğerleri tarafından
anlaşılma ihtiyacı. Genç anlaşılmak ister, eş anlaşılmak ister. Bilim adamı ve
her insan anlaşılmak ister.
İhtiyaçları, yaraları, korkuları, hikâyeleri olan kabul
görmek isteyen hem farklı, hem aynı insanlarız aslında.
Ancak; ruhiyet-i halimiz böyleyken izlenimlerimiz,
gözlemlerimiz, etkileşimlerimizi ya sözde akıllı cihazların bilmem kaç cm'lik
LCD ekranlarından, ya da bir tabletin önünden ardından bakmadan hiçbir
iletişime giremez olduk.
Teknolojik olduk ama tekno-lojik olamadık. Yani işin lojik
kısmı çok gerilerde kaldı. Mantıksız bir gereksizlikle sanal sayfaları kullanıp,
onlarsız yaşayamaz da olduk...
Herkes birbirine sanal olarak yakın ve bağlantıda ama aynı muhitte,
aynı şehirde oturup görüşemeyecek kadar da maalesef uzak…
--------------------------------------------
'' Paylaşmak '' ne büyülü bir kelimeydi içi boşaltılmadan
önce... Üslupsuz, frensiz muhabbetlerde
nasılda anlamını yitirdi
Bir zamanlar kişilerden bahsederken isimlerin yerine unvanları
haricinde bu, şu, o gibi ifadelerin kullanılmasının dahi bir saygısızlık, bir
hafiflik adledildiği hassas dengeler vardı efendim...
İstediğine her nevi sözü umarsızca söyleyebildiği, sosyal
medya yoluyla kurduğu samimiyetsiz samimiyetlerden doğan, gayri meşru duyguları
hangi ara tasvip eder olduk şaşkınlık verici.
Ruhlarımızı mobilliği kesin, akıllılığı şüpheli cihazlara
köle etmeden önce, İnstagram’dan, Twitter’dan, Facebook’dan ve daha adını
bilemediğim nice sayfalardan önce nasıl paylaşıyorduk hayatı?
Hepimize acilen gerçeğin farkındalığında hatırlanmak dilerim
---------------------------------
Sevgi duygusunu duyumsamayan kişi kaygan bir zeminde yürür
gibi yaşar hayatını. Tedirgin, ürkek ve korkak... diyor şu an okuduğum kitabın
bir satırında
Velhasıl; Açlık -susuzluk gibi fiziksel ihtiyacı
karşılanmayan insan nasıl ölürse, anlaşılmama duygusunun doğurduğu sevgisizlik
de insanı öldürebilir.
En umursamaz insanın bile anlaşılmaya ihtiyacı olur
arkadaşlar.
Diyeceğim şudur ki; yeteri kadar kullanıp keselim şu mekanik
iletişimi, birbirimize yeniden saygıyla dokunmayı deneyelim…
Yunus'un dediği gibi ete kemiğe bürünüp Ayşe, Fatma, Ahmet,
Mehmet… ya da her kimsek o olarak sahici görünelim ,samimi yaşayalım…
Mesela; Eksik olsun dişimiz ama emojisiz ağlayabilelim,
gülebilelim. El ele tutuşup bir sahilde selfie çekmeden de yürüyebilelim,
güneşin doğuşunu -batışını izlemek için randevulaşalım, gözlerimizin içine
bakarak hasbihal ederken birbirimize sarılabilelim...
Gökyüzünü seyrederken bir kuşa takılıp gitsin fikrimiz,
sevda neden kuşun kanadında düşünelim... Hayata, renklere bakıp şükredebilelim,
bazen de her şeyi hicvedebilelim…
Sözün özü hayatı izlerken her şey için çok geç demek
istemiyorsanız kapatın monitörleri kalbinizin sesini açın. Çünkü bu zamanda en
çok kalpten kalbe köprülere ihtiyacımız var.
Köprüler için duymaya - duyulmaya, bunun için de sevgi ve
anlayışı tetikleyen kelimelerle ilişki kurmaya… Tam da burada sürçü lisan
ettiysem affola. Anadoluhisarı’ndan alem-i kainata Aşk 'la, Mübarek Olsun Kurban
Bayramımız…