OZAN BEYİN ARZ-I TALEBİNE DUYARSIZ KALMAMAK İÇİN BENDE
KALEME ALMIŞ OLDUĞUM YAZIMI BİTİRDİM VE İLK ÖNCE OZAN BEYİN SAYFASINDA
PAYLAŞIYORUM.OZAN BEY UYGUN GÖRÜRSE DOĞUŞ HABER İNTERNET SİTESİNE’DE
KOYABİLİR.MÜSADE EDERSE İLKİ DOĞUŞ HABER’DE YAYINLANDIKTAN SONRA YAZDIĞIM BAŞKA
SİTELERDEN BİRİSİNEDE GÖNDERMEK İSTERİM.ÇÜNKÜ BU YAZIYI YAZMAMA VESİLE OLAN
OZAN BEYDİR.KENDİSİNE ŞÜKRANLARIMI BİRKEZ DAHA ARZ EDERİM...YAZIM:
AH ESKİ GÜNLER ESKİ BAYRAMLAR
Bana göre eski günler güzeldi. Bu güzellikler yaşanılan
zamanla alakalı olmakla beraber, çocuk ruhlarımızın saf ve masum oluşu ile de
alakalı olmalı. Kendi çocukluğumdan olaylara baktığımda; bir bayram günü yeni
elbise giymenin, bütün ailenin bayram gününe özel olarak hazırlanmış sofrada
buluşmasının verdiği mutluluğun aranmamasının imkanı var mı?
Eski günlere olan özlem niye?
Belki de "eski günler" muhabbetinin tek ortak
noktası, her dönemin bir öncekine göre adım adım bozulmaya doğru gidişinin
kabullenilmesidir. Bütün mahallelinin birbirini tanıdığı, dertleriyle
dertlenip, sevinçleri ile sevindiği dönemlerden, aynı apartmanda yaşayıp kapı
komşusundan bîhaber insanların yaşadığı bir döneme geçtik. Birbirimizin
sıkıntılarına çare olmayı bıraktığımız gibi, birbirimize olan güvenimizi de
kaybettik. Kaybolan güvenle beraber birçok geleneğimizi ve alışkanlıklarımızı
da ya terk ettik ya da terk etmek zorunda bırakıldık. Evlerde pişirilen
yemeklerden birkaç sokak ötede oturan yaşlı komşulara gönderildiği dönemlerden,
yan komşumuzun ihtiyaç sahibi olup olmadığını bilmediğimiz veya umursamadığımız
günlere geçtik maalesef.
Komşuluk ve güven de kalmadı...
Gönderilen bir tas çorbanın maddi görüntüsünden ziyade,
görünmeyen tarafında sevgi, saygı, bir arada olma ve paylaşımcılık ikram
ediliyordu. Çünkü herkes bilirdi ki başına bir iş gelse yakın akrabalarından
önce sıkıntılarına komşuları merhem olacaktı. Yine bizler, seksenli yıllarda
çocuk olanlar anne babalarımıza gösterdiğimiz saygıyı mahallenin bütün
büyüklerine de gösterirdik. O insanlar da gerektiğinde bir anne baba kadar
olmasa da imkanları dahilinde yol gösterir veya yardımcı olurlardı. Şimdi
istisnalar olmakla birlikte kaç binada bu tür ilişkiler kaldı ki? Hangimiz
acele bir işimiz olduğunda çocuklarımızı komşularımıza bırakabiliyoruz ki?
Bayramda şeker toplayan çocuklar azaldı. Toplumda bir
canavar ruhlu kişinin çıkması bile yeterli olabildi güzel bir geleneğin
kaybolmasına. Evet çocukların bayram eğlencesi ‘şeker toplama’ adeti maalesef
şehirlerde yok oldu; köylerde kasabalarda da yok olmak üzere. Çocukluğumuzun ve
çocukların en büyük eğlencelerinden biri olan ‘şeker toplama’ geleneği de yok
oldu. Kapılarımızı çalan zilimize basan çocuklar cıvıl cıvıl sesleriyle
bayramın neşesiydi, manasıydı...Maalesef zamane canavarı çocukların elinden
aldı. Bayramın ruhuydu çocuklar, duygusunu tamamen kaybetmek üzereyiz maalesef.
Güzel geleneklerimiz vardı.
Her kaybolan gelenekle beraber yaşama sevincimizden de bir
şeyler kaybetmekteyiz. Memleketinden uzakta yaşayanlar için bayramların tek
neşesi olan çocuklar kapılarımızı çalmayı bırakalı bayramların da tadı kaçtı.
Üçer beşer kapımızı çalan çocukların o cıvıltılarını artık göremeyeceğiz gibi
duruyor. Şehir hayatı yaşayan bizlere bayram gününde olduğumuzu hissettiren tek
figürün çocukların boşluğunu maalesef görmekteyiz.
Değerlerimizi kaybettik ve nerede o eski bayramlar demeye
başladık.
Çocukluk çağlarımızda yaşayıp da şimdi göremediğimiz gelenek
ve adetleri sıralayacak olursak sayısız değerlerimizi farkında olmadan
kaybettiğimizi anlarız. Esasında geçmişi yad etmek güzel olmakla beraber,
yapmamız gerekenler; yeniden komşuluk ilişkilerini tesis etmek, birbirimize
olan güvenimizi yeniden sağlamak, yakın çevremizden başlamak üzere maddi ya da
manevi olarak dostlarımıza yardımcı olmak ve daha bir sürü unuttuğumuz
güzellikleri hayatı geçirmektir. "Bu devran böyle gelmiş böyle gider
mantığı" ile ve de neme lazımcılıkla olaylara yaklaşırsak hiç şüphesiz
daha birçok değerimizi kaybedeceğiz.
“Nerede o eski komşular, nerede o eski arkadaşlar, nerede o
eski çocuklar?“ diye hep bunları tekrarlayacağız.
Bugünün ‘yeni'sinde bulamadığımız ‘eski' ye dair pek çok şey
söyleriz. Modern çağ ile birlikte beslenme alışkanlıklarımızdan, iletişim
şeklimize, ilişkilerimizden, değer yargılarımıza kadar pek çok şey değişti.
Örneğin bugünün insanı düne göre daha mutlu diyebiliyor muyuz? Ya da bugün
güvenebildiğimiz kaç arkadaşa sahibiz?
Para, değer, kariyer, inanç; bunlardan hangisi oldu
önceliğimiz?
Modern çağın yalnız insanı! İnsana insan gerek…
İnsana, ekmek, aş, iş de gerek elbet; ama insana eş, arkadaş
komşu ve sırdaş da gerek.
Yalnızlaştık!
Konuşmak, gülmek, paylaşmak ve inanmak iyi gelir insan ruhuna. Zira ruh
hastalıklarının en büyük nedenlerinden birisidir yalnızlık.
Modern çağ ve Kapitalizme teslim olduk. Modern çağ ve
kapitalizm, insanın ruhundan ziyade, bedenini ve konforunu dikkate alır.
İnsanı, doyurmayı, güzelleştirmeyi ve rahat ettirmeyi önemser. Bu aynı zamanda
kendi varlık sebebidir kapitalizmin. İnsan ne kadar çok tüketirse çarklar da o
kadar hızlı döner. Kapitalizmin çarkları hızla dönerken, insanı yücelten, onu
farklı ve güçlü kılan ne varsa onları da öğütür. Duygularını, değerlerini,
kültürünü ve inancını…
İnsanı yücelten ve koruyan değerlerimiz vardı. Biz onları
kaybettik.
Atalarımız: “Geçmişini iyi bil ki, geleceğe sağlam basasın.
Nereden geldiğini unutma ki, nereye gideceğini unutmayasın.” der.
Kaybolan Değerlerin Topluma Yansımaları!
Ademoğlu'nun “değersizleşmesinin” yansımalarını, yaşamın her
alanında görmek mümkün. Bilgesam tarafından 2015 yılında yapılan bir
araştırmaya göre;
Türkiye'de tanımadığı kişilere güvenmediğini belirtenlerin
oranı (%73).
Tanınmadığı apartman komşularıyla karşılaşınca selam
vermemeyi normal görenlerin oranı (%32,7).
Kısa yoldan zengin olmak kabul edilebilir bir davranıştır
diyenlerin oranı (%29,1).
Boşanma oranları, çocuk suçlular, madde kullanım oranları ve
daha pek çok olumsuz sonuç var “değersizleşmesinin” boyutunu gösteren.
Batı'da durum daha vahim! Aslında bu sadece bizim sorunumuz
değil. Hatta Türkiye, Batılı pek çok ülkeye göre daha iyi durumda. Örneğin;
Amerika'da 24 milyondan fazla çocuk babasından ayrı büyüyor. Evlilik dışı
ilişki yoluyla doğan çocukların oranı bazı Avrupa ülkelerinde %50'nin üzerinde.
Mesela; İzlanda (%67), Fransa (%56), İsveç (%54). Avrupa'da çoğu ülkede uyuşturucu madde
kullanımı serbest. Avrupa Polis Örgütü'ne (Europol) göre; Avrupa'da uyuşturucu
maddeler için yılda 24 milyar Euro harcama yapılmakta.
Nereden ve nasıl başlamalı?
Hiçbir zaman geç kalınmış değildir, iyi başlangıçlar için.
Hepimizi rahatsız eden bu problemlerin çözümü de yine bizim
elimizde. Bozulma ve düzelme, bireyden başlar ve topluma yansır. Bu yüzden
hepimiz kendi öz muhasebemizi yaparak başlayabiliriz.
Her sabah karşılaştığımız komşumuza selam vermek iyi bir
başlangıç olabilir. Uzun zamandır görmediğimiz dostlarımızı ziyaret etmek...
Neredeyse dini bir ritüel gibi bağlı olduğumuz günlük rutinleri
değiştirmek...Etrafımızda akıp giden acıya, gözyaşına ve sevince yüzümüzü
dönmek...
Sonrada şu soruları sormak: Biz nereye gidiyoruz? Varlık
sebebimiz nedir? Bu soruların cevabını bulduğumuzda uyguladığımızda taşlar
yerine oturacaktır...
Selam ve dua ile...