Takvimler 10 Nisan 1912’yi gösteriyordu. Dört yıl önce
başlanıp hızlı bir şekilde bitirilen 269 mt uzunluğunda 4 adet dev bacalı, 11
katlı, içinde yüzme havuzları, hamam ve dans salonları olan dönemin en büyük ve
ileri teknolojisine sahip buharlı yolcu gemisi; farklı ülkelerden, farklı din,
kültürlere sahip yolcuları ve gemi personeli dâhil olmak üzere 2224 kişi ile
İngiltere Southampton limanından New York'a doğru büyük coşkuyla ilk seferine
çıkmıştı.
Gemiyi inşa eden firma sahipleri eserine öyle çok güvenmişti
ki can kurtarma salları gemide fazla yer kaplamasın diye yolcu ve mürettebat
toplamının ancak üçte birini alacak sayıda güverteye yerleştirmişti. Onları da
deniz hukuki zorunluluğu aşmak için sadece görüntü olsun diye...
Elbette ki; içinde
bulunduğu zamanın en ileri teknolojisi ile inşa edilen, devasa bu gemi
batmazdı, batamazdı!.. Hatta bu inanç öyle bir ileri gitmişti ki, yolcu
biletleri üzerlerine "Tanrı bile batıramaz" sloganı yazılmış ve bu
şekilde piyasaya sürülmüştü…
Geminin devasa makineleri, ultra lüks dizaynı ve biletlerdeki
iddialı slogan geminin 26 yıllık tecrübeli kaptanı da etkilemiş olacak ki;
gideceği rota üzerinde büyük buz dağları bulunduğu bilgisine sahip olduğu
halde, gemi sahibinin ısrarı üzerine, varacağı limana daha erken ulaşarak rekor
kırmak için hızını normalin üzerine çıkarmıştı.
Bu arada, geminin adını yazmamış olsam da çoğu kişi geminin
adını sanırım hatırlamıştır. Hatta yaşı kırk üzeri olanlar, 1997 yılında film
senaryosuna konu olan ve gişe rekorlarını kıran, gemi ile aynı isimi taşıyan
Titanic filmini hatırladığına da eminim…
Ve elbette ki filmin başrollerini oynayan Leonardo DiCaprio ve Kate
Winslet in filmin yarısına doğru gerçekleşen o romantik sahneyi unutulması
imkânsız gibidir.
Hani, gemi seyahati sırasında tanışarak farklı kültürlerden
olmalarına rağmen birbirlerine aşık olan iki gencin geminin burun kısmında
küpeşte üstüne çıkıp korkuluklara dayanarak bedenlerini önlü arkalı birbirine
yapıştırdığı ve rüzgara doğru kuş misali uçar gibi kollarını her iki yana
açtığı, romantizmin doruğa ulaştığı o an... Elbette ki yaşları kaç olursa olsun
izleyenler için unutulması, hatta sevdiği kişi ile aynısını uygulamamış olması
imkânsız gibi bir sahnedir... (En azından
ben ve benim gibileri :) )
Titanic gemisinde filme konu olduğu gibi gerçekte böyle bir
romantik bir an yaşandı mı? Elbette ki bunu bilemeyiz. Biz gelelim gerçek
zamana…
Titanic limandan ayrılalı 38 saat olmuş ve o gece ay olmadığı
için okyanusun ortasında uzağı görmek imkânsız gibiydi. Saat 24.00’e varmak
üzereydi ki gözcü direği üzerinde bulunan gözcüler bir kaç kilometre ileride
zar zor görebildikleri dev buz dağının karanlık yüzüne doğru süratle
yaklaştıklarını fark edip yetkililere bildirdiklerinde hızla rekora ilerleyen
Titanic için her şey artık çok geçti.
Dünyanın en büyük ve modern yolcu gemisi Titanic için dev buz
dağı sanki "Allah'ın sopası" olmuş, iki saat kırk dakika içinde 1514
yolcu ve 'Tanrı bile batıramaz' yazılı biletleri ile birlikte Kuzey Atlantik'in
buzlu sularına gömülmüştü.
Sınırlı sayıdaki filikaların alabildiği 710 kişi kurtulmuş
olsalar da ömür boyu kazanın izlerini ve travmadan kurtulmaları kimileri için
çok zor kimileri için imkânsız olacaktı.
Titanic felaketinde çoğu kişi sorumluydu.
*Gemiyi inşa eden firmanın ticari olarak daha çok kazanmak
için yaptığı hatalar hatta Allah'ın adını bile ticari olarak kullanmaktan
çekinmemiş olması…
*Gemi kaptanı 26 yıllık tecrübesini, kariyerini bir kenara
bırakarak gemi sahiplerine teslim olması ve geminin hızını aşırı arttırması…
*Gemide ki flikaların azlığını göz ardı eden Deniz hukuku.
****
Bu olayı niye mi anlattım?
Şahsen ben son bir kaç yıldır ülke olarak içinde bulunduğumuz
ekonomik ve siyasi durumumuzu buz dağına doğru hızla ilerleyen Titanic'e
benzetiyorum.
57 yıllık ömrüne 11 savaş, 24 madalya, 7 nişan, 13 kitap 1
ülke ve bu ülkede 4 Cumhurbaşkanlığı sığdıran Mustafa Kemal Atatürk bile
"Benim naçiz vücudum, bir gün elbet toprak olacaktır. Fakat Türkiye
Cumhuriyeti, ilelebet payidar kalacaktır." derken…
Kendisini bu vatanın tek sahibi ve vazgeçilmez olduğunu
sanan, "Türkiye anonim şirketi gibi yönetilmeli" diyebilen, dinî
söylemlerle algı siyaseti yapmaktan çekinmeyen ve kendisi olmazsa devletin
yıkılacağını bile söyleyebilen paranoid yapıya sahip siyasetçiler...
Bu siyasetçilere teslim olan, biat eden, yıllarını bilim,
ekonomi, hukuk alanında eğitime vermiş profesörler, yargıçlar akademisyenler,
diplomatlar. Ve futbol takımı tutar gibi siyasi parti tutan, algı siyasetine
esir olduğu için dünyanın bizleri kıskandığını sanan ve kolayca dini, milli
inançları ile aldatılan halk.
"Allah'ın sopası" Titanic için dev buzul dağı olup
sonucu facia olurken, ülkemiz için inşallah sadece şu ana kadar yaşananlardan
ibarettir. Allah bu ülkeye, algılara esir olmadan doğruyu araştıran, sorgulayan
bir millet ve böyle bir millete yaraşır yöneticiler nasip eder inşallah.
2022 yılı dünyaca hayırlara vesile olsun. Milletçe güven ve
huzur içinde nice mutlu yıllara...